Halkbank KOBİ’lerin çevre çalışmalarına destek oluyor

KOBİ’lerin maddi imkanlarının kısıtlı olması, çevreyle ilgili sorunları aşmalarında sıkıntı yaratıyor. Halkbank KOBİDönüşüm Projesi ile KOBİ’lerin çevre ile ilgili çalışmalarına yardımcı oluyor.

 

Çevre kavramı, insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı nitelemek için kullanılıyor. Bir ilişkiler sistemi olan çevrenin bozulması ve çevre sorunlarının ortaya çıkması ise genellikle insan kaynaklı etkenlerin doğal dengeleri bozmasıyla başlıyor. Doğanın temel fiziksel unsurları olan su, hava ve toprak üzerinde zararlı etkilerin oluşması ile ortaya çıkan ve canlıların hayati faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyen çevre sorunları, zaten sınırlı olan kaynakların daha da kıt hale gelmesine neden oluyor. Öte yandan çevre sorunlarının sınır tanımazlığından dolayı ulusal, bölgesel ve küresel etkilerinin olması, bu sorunların çözümünde çok yönlü bir işbirliğini ve dayanışmayı gerekli kılıyor. Bu nedenle çevre olgusu günümüzde öncelikli küresel konular arasında yer alıyor. Tüm dünyada yaşanan gelişmelere paralel olarak stratejik önem kazanan çevre sorunlarının ülkemizde özellikle 1982 yılından itibaren ele alınmaya başladığını söyleyebiliriz. O tarihten günümüze çevre sorunlarına eğilmek üzere çeşitli mekanizmaların oluşturulmasında büyük ilerlemeler kaydedildi.

 

Çevre Kanunu 1983 yılında çıkarıldı

Türkiye’de çevre bilinci ve çevrenin korunmasına ilişkin önlemler örnek vermek gerekirse, 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde yer alan “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmü ile çevre mevzuatının oluşturulması için ilk adım atıldı ve daha sonra da, 11 Ağustos 1983 tarihinde çevrenin korunmasına ilişkin özel bir düzenleme olarak 2872 Sayılı Çevre Kanunu yürürlüğe girdi. Çevre Kanunu, çevreyle doğrudan ilgili olarak hazırlanmış olan bir dizi yasal düzenlemenin başında geliyor. Bu kanunun çağdaş bir çevre koruma ilkesi olan ‘kirleten öder’ ölçüsünü benimsemiş olması, bu konuda en büyük kirletici olan devlete düşen sorumlulukları da artırıyor. Çevre Kanunu’ndaki temel ilkeler arasında, çevrenin korunması konusunda devletin yanı sıra vatandaşın da sorumluluk taşıdığı, çevre korunması ve kirliliğine ilişkin karar ve önlemlerin tespit ve uygulamasından bunların kalkınma çalışmalarına olan etkileri dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiği yer alıyor. Çevre Kanunu’nun günün ihtiyaçlarına uygun olarak değiştirilmesi çalışmaları sonucunda yeni düzenleme ise 2006 yılının Mayıs ayında yürürlüğe girdi. Yeni düzenlemede çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğin önlenmesine ilişkin genel ilkelerde birtakım değişiklikler yapıldı ve çevrenin korunmasına ilişkin yeni yükümlülük ve teşvikler, yasaklama ve yaptırımlar getirildi.

 

Özellikle Avrupa Birliği çevre müktesebatına uyum için yapılan çalışmalar ile Türk Çevre Mevzuatı’nın kapsamı daha da genişledi ve yeni yasal düzenlemeler ile çevre sorunlarının oluşmasında önemli bir etken olan sanayi sektörüne de önemli yükümlülükler getirildi. Avrupa Birliği ülkelerine ihracat yapan büyük ölçekli şirketlerin çevre mevzuatını takip etmek ve gereken hazırlıkları yapmak konusunda belirli deneyimleri ve imkânları bulunuyor. Ancak KOBİ’ler için aynı durumun söz konusu olduğunu söyleyemeyiz.

 

4 bin KOBİ temsilcisine eğitim verildi.

KOBİ’lerin mali yapıları ve kısıtlı imkânları göz önüne alındığında, çevre mevzuatına uyumun getireceği sorunları aşmaları oldukça güç gözüküyor Bu nedenle özellikle KOBİ’ler ‘çevre’yi, üretim sürecinden ayrı düşünüyor ve çevre yatırımlarını kendini geri ödemeyen ve üretim maliyetlerini yükselten yatırımlar olarak görüyor. Bu yaklaşımın değiştirilmesi ve KOBİ’lerin rekabet güçlerini koruyarak değişime uyum sağlayabilmeleri için çevre ile ilgili çalışmalarda KOBİ’lere destek olmak gerekiyor.  Halkbank, bu ihtiyaçlar doğrultusunda hayata geçirdiği KOBİ Dönüşüm Projesi ile çevre konusunda yeterli bilinç düzeyinin oluşturulması için çeşitli konferanslar düzenledi ve bu sayede yaklaşık 4 bin KOBİ temsilcisine ulaştı.

 

Ayrıca 139 işletmede yaptığı durum tespiti çalışmaları sayesinde mevcut eksikliklerin ve iyileştirme yollarının tespit edilmesi konusunda KOBİ’lere yol göstermeye çalıştı. Yapılan çalışmaların sonucunda, KOBİ’lerin ürettiği başlıca çevresel etkileri arasında, ürünlerin üretiminden bertarafına kadar aradaki süreçte ortaya çıkan atık suları, hava emisyonlarını, atıkları ve yan ürünlerden kaynaklanan etkileri sayabiliriz. Bu etkilerin en aza indirilmesi için arıtma tesisleri, baca filtreleri, atık yönetimi ve CO2 emisyonları önemle ele alınması gereken konuların başında geliyor.

 

Atıkların miktarı gitgide artıyor

Sanayide ortaya çıkan atıkların başında evsel nitelikli katı atıklar, ambalaj atıkları, tehlikeli atıklar, bitkisel ve diğer atık yağlar ile tıbbi atıklar geliyor. Ve bu atıkların miktarı her geçen yıl daha da artıyor. Dolayısıyla atık, sadece gözden uzak bir yerde bertaraf edilmesi gereken madde olmaktan çok toplama, taşıma, geri kazanım ve bertaraf gibi birçok farklı unsuru içine alan bir yönetim sistemi gerekli. Atıkların kaynağında azaltılması, mümkün olan en yüksek oranda geri kazanılması, geriye kalan atıkların ise tekniğine uygun olarak çevre ve insan sağlığına zarar vermeyecek şekilde nihai bertaraflarının sağlanması gerekiyor. Özellikle batı ve güney bölgelerinde yoğunlaşmış olan sanayi faaliyetleri hızla büyüyor. Sanayinin hızlı bir şekilde büyüdüğü bu bölgelerde sanayi atıklarının, özellikle de tehlikeli atıkların bertarafından kaynaklanan problemler de giderek artıyor.

 

Atık yönetimi önem kazanıyor

Özellikleri nedeniyle patlayıcı, parlayıcı, yanıcı ve zehirli olan sağlığa ve çevreye zarar verebilecek her türlü atığa tehlikeli atık deniyor. Tehlikeli kimyasal maddeler ile depolanmış her türlü madde ve malzemeler ile kimyasal maddelerin boş ambalajları bu kapsam içinde yer alıyor. Atıkların bertaraf edilmesi ile ilgili olarak en temel problem, birçok tehlikeli atığın evsel atıklarla birlikte kontrolsüz ve yasal olmayan çöplüklere atılması veya yasal olmayan şekilde alıcı ortama (nehir yatakları, göller ve denizlere) bırakılması. Tehlikeli atıkların lisans almış taşıyıcılar vasıtasıyla lisanslı işleme ve bertaraf tesislerine gönderilmesi ve gerekli atık beyanlarının ilgili mercilere yapılması gerekiyor. Üretim sırasında ortaya çıkan atık türlerinin kaynaklarında ayrı toplanması ve kayıtlarının tutulması da önemli. Atık miktarları, atık yönetim planlarının uygulanmasıyla azaltılabilir.

 

Atık Sular: 2030 yılında 112 milyar metreküp su tüketimine ulaşılacak

Nüfus artışı, hızlı kentleşme ve sanayileşme eğilimleri dikkate alındığında 2030 yılında 112 milyar metreküp su tüketimine ulaşılacağı ve bu rakamın yüzde 20’sinin sanayi sektörü tarafından kullanılacağı tahmin ediliyor.

 

İşletmelerde kullanılan su miktarına bağlı olarak önemli miktarlarda evsel ve endüstriyel nitelikli atık sular oluşuyor. Atık suların gerekli kriterleri sağlamadan alıcı ortamlara veya atık su altyapı tesislerine ulaştırılması ise olumsuz çevresel etkilere sebep oluyor. Bu nedenle alıcı ortama veya atık su altyapı tesislerine yapılacak teslimlerin, atık su toplama ve arıtma sistemlerinin kurulması, atık suların ön arıtmaya tabi tutulması ve gerekli izinlerin alınması sonucunda yapılması gerekiyor. Ayrıca, endüstriyel atık suların daha etkili bir şekilde kontrol edilmesi ve arıtılmış atık suların faydalı bir şekilde yeniden kullanılmasını sağlamak gerekiyor. Atık su arıtma tesislerinde üretilen atık çamurun da uygun şekilde bertaraf edilmesi unutulmaması gereken bir husus.

 

Hava Emİsyonları: En yüksek payı yüzde 75’le enerji sektörü alıyor

İşletmelerde enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılan yakıtlar ve üretim sürecindeki işlemler sonucu oluşan kirletici maddeler, baca ile havaya salınarak kirliliğe neden olur. Karbon dioksit, sülfür dioksit, azot oksitler, klor ve flor bileşikleri, uçucu organik bileşikler ve metal içeren duman, toz ve partiküller, işletmelerde ortaya çıkan başlıca hava emisyon kaynakları arasında yer alıyor. İşletmelerin hava kalitesini bozmamak için gerekli önlemleri almaları gerekir. Örneğin temiz enerji kaynaklarının kullanılması, filtre sistemlerinin kurulması, emisyon ölçümlerinin yapılarak düzenli takip edilmesi ve en önemlisi yetkili kurumlardan gerekli izinlerin mutlaka alınması büyük önem taşıyor.

 

Yüzde 37’si fosil yakıtlardan çıkıyor

Hava emisyonlarının diğer bir öneminin ise iklim değişikliğine olan etkileri olduğunu söyleyebiliriz. Sera gazı emisyonlarının sektörel dağılımına bakıldığında, toplam emisyonlar içinde en büyük payı yüzde 75 ile enerji sektörünün aldığını görebiliriz. Enerji sektörü kapsamında enerji üretimi, sanayi, ulaştırma ve diğer sektörlerde yakılan yakıtlardan kaynaklanan emisyonlar yer alıyor. Enerjiyi yüzde 9’luk paylarla atık ve sanayi sektörleri, yüzde 7 ile tarım sektörü takip ediyor. Yakıtların yanmasından kaynaklanan sera gazı emisyonlarında en büyük payı yüzde 37 ile enerji endüstrisinde yakılan fosil yakıtlardan kaynaklanan emisyonlar oluşturuyor. Konunun giderek önem kazanması, sanayide CO2 salınımlarının kontrol edilmesini ve düşük karbon teknolojilerinin benimsenmesini zorunlu kılıyor.

www.stargazete.com / ekonomi

25.08.2011

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR