Her sektörün kendine has bir misyonu var ama vizyonu kim belirliyor?

 

Türkiye’de her sektörün kalıplanmış bir şekilde kendini tekrar eden ve hem sektör oyuncuları hem de sektörü yakından izleyen habercilerin ağızlarına pelesenk ettiği kendine has bir tanımlama tarzı vardır. Mesela, inşaat sektörü, kendini her zaman için daha hızlı ilerleyen ve daha önemli bir alanda görme eğilimindedir ve bu eğilim sonucunda kendini “Türkiye’nin lokomotifi olan, inşaat sektörü” cümlesi ile tanımlar.

 

İnternette yapılacak kısa bir inceleme bu mottonun şaşılacak derece yaygın olduğunu ve irili ufaklı çeşitli firmaların web sitelerinde kendini sürekli olarak yenilendiğini gösterecektir. Türkiye iş dünyasının gündemine son 3 yıldır damgasını vurmakta olan enerji sektörünün kendini tanımlamak için kullandığı motto ise “geleceğin sektörü”dür. Bu motto pek çok firma tarafından o kadar ciddiye alınmaktadır ki, enerji yatırımlarına odaklanan firmalar kendilerine yeni misyonlar tanımlamakta ve Türkiye’nin artan enerji ihtiyacını karşılamayı bunların başına koymaktadır. Zaman zaman bu iddia öyle noktalara varır ki hedef sadece açığı kapatmak değil, bu açığı “güneş enerjisi” ve “rüzgar enerjisi” ile kapatmak halini alıverir.

 

Geleceğin sektörü, hevesli yatırımcılar

 

Türkiye enerji istatistikleri incelendiğinde sektörün geleceğin sektörü olarak tanımlanması şaşırtıcı değildir. Türkiye enerji ihtiyacı hızla artan ancak bu açığı kapatacak öz yatırımı olmayan bir ülkedir ve en kör ekonomik tahminci bile enerji fiyatlarının yakın gelecekte artacağını öngörmektedir. Üstelik bu alanda da serbest piyasanın kurulması, günün farklı saatlerinde enerji fiyatlarının değişmesi, olası karbon piyasası tartışmaları, bu alanda yapılacak yatırımları daha da cazip hale getirmektedir.

 

Yapılan fizibiliteler ise yüksek inşaat maliyetleri hesaba katıldığında bile yatırım geri dönüşlerini üç ile beş yıl olarak görmektedir, oysaki lisanlar 49 yıllığına verilmektedir. Şartlar bu olunca, bu alanda yatırım yapmanın cazibesi o kadar yükselir ki, pek çok farklı alandan gelen sermayedar bu alana yatırım yapmakta veya bu alandaki yatırımlarını yönetmek için danışmanlar tutmaktadır. Nitekim, geçmiş dönemde yapılan kamuoyu açıklamaları pek çok büyük grubun bu alana milyonlar, hatta milyarlar yatırmaya başladığını göstermekte, köşe yazıları bu alanda yapılan girişimlerin sayısını sansasyonel haberler olarak aktarmaktadır.

 

Kimdir bu enerji yatırımcısı?

 

Tabi haberlerde yer alan rakamlar pek çok soruyu yanında getirmektedir. Büyük grupları saymazsak, bu sansasyonel rakamları oluşturan yatırımcılar kimlerdir ve bu alana yatıracakları sermayeyi nasıl bulmaktadır? Bu sorunun cevabı aslında çok şaşırtıcıdır, zira yatırımcıların büyük çoğunluğu adı duyulmamış, farklı sektörlerde edindikleri sermaye ile hareket eden bireylerden oluşmaktadır. Bizim yaptığımız incelemeler, enerji alanında lisans sahibi firma sahiplerinin arasında, hatırı sayılır miktarda emekli bürokrat, küçük inşaat/taahhüt firması sahibi, özellikle inşaat ve taahhüt alanına hizmet veren hukuk ve muhasebe firmaları ve lojistik/ithalat firmaları bulunduğunu göstermektedir. Ancak şaşırtıcı olan bu firmaların pek çoğunun aslında köklü bir sermaye birikimine sahip olmaması ve yatırdıkları miktarların ve olası inşaat maliyetlerinin bu firmaların altından zorlukla kalkacağı miktarlar olmasıdır. Yani günümüzde enerji sektöründe yatırım yapan pek çok firma, en azından toplam cironun değil ama başvuru sayısının çoğunluğunu oluşturan pek çok firma, çok cüretkâr ve riskli yatırımlara imza atmaktadır.

 

Geleceğin sektörü, günümüzün koşulları

 

Mevcut koşullarda EPDK’nın getirdiği düzenleme ve çalışma ilkeleri enerji alanındaki yatırımları öncelikli olarak hidro-elektrik santrallere, ya da kamuoyu tarafından benimsenmiş ismiyle HES’lere yönlendirmektedir. HES alanında lisans geliştirebilmenin birincil koşulu azim ve çalışkanlıktır. Zira bu alanda yatırım yapacak bir firmanın ilk yapması gereken, zor arazi koşulları içinde yatırımın yapılabileceği su havzasına ulaşmak, burada temel ölçümleri ve kontrolleri yaparak gerekli fizibilite ve başvuruları yapmaktır.

 

Sonrasında ise çeşitli hukuki ve bürokratik süreçlerin takibi lisans çıkma sürecinin yakinen izlenmesi gerekir. Buraya kadar basiretle çalışan firma tam lisansı alıp rahat bir nefes aldığında ise, ÇED olarak adlandırılan sürecin içinde kendini bulur. Eşgüdüm içinde çalışan ama birbirini yönlendiremeyen, emir veremeyen ve bilgi paylaşımı sırasında çeşitli sıkıntılar yaşayan devlet kurumları arasında mekik dokumayı ve bazı özel durumlarda ise üniversite hocaları ve bağımsız kurumların dâhil olmasını gerektiren ÇED süreci, sanılanın çok üstünde bir zaman tüketir. Bu yoğun çaba esnasında sürekli yapılan harcamalara karşın, bu yatırımın herhangi bir ödeme yapmadığını söylemeye gerek bile yok.

 

ÇED bitti, kazmayı ne zaman vuracağız?

 

Peki bu uzun ve azim gerektiren ve firmayı sürekli bir harcamaya döngüsüne sokan bu süreç ÇED ile sona erer mi? Cevap hayırdır, çünkü bu süreç içinde zaman ve maddi olarak yıpranan firmanın yatırımı tamamlamak ve HES’i faaliyete geçirerek para kazanır hale getirmek için oldukça pahalı bir inşaat sürecini tamamlaması gerekmektedir. Bütün okuyucuların aklına, bu kadar iyi bir fizibilite varken, inşaat süreci için kredi bulunamaz mı sorusu geliyordur. Ancak, cevap pek olumlu değildir. Zira bahsi geçen küçük yatırımcı hayatı boyunca çok küçük meblağlarda banka ilişkisi kurmuştur ve kendi alanı dışında yaptığı bu yatırım için gösterebileceği geçmiş başarı tecrübesi ya da istediği miktarlara denk gelecek ipoteklik gayrimenkulü yoktur.

 

Bu nedenle küçük HES yatırımcısının kahrı hukuki ve bürokratik süreçlerin tamamlanması ile iyice yükselir, elde para kazandıracağı kesin bir yatırım aracı vardır ama inşaata başlamak için sermaye eksik kalmakta bu arada lisans için verilen süre gittikçe daralmaktadır. Özetle söylemek gerekirse günümüzde bu alanda yatırım yapan pek çok firmanın durumu, taşımakta zorlandığı büyük bir parçayı yüklenmiş ve hava kararmadan yuvaya dönmeye çalışan yalnız bir karıncaya benzemektedir. Azimli karıncanın yüklendiği parça göz kamaştırmakta, yuvaya giden yol bilinmekte ancak mevcut imkânlar ile bu yolun vaktinde aşılması pek mümkün gözükmemektedir.

 

Misyon ortada ama vizyonu kim belirliyor?

 

Buraya kadar enerji sektöründe projeleri kimin geliştirdiğini ve yaşadığı zorlukları tartıştık. Ancak sermaye eksiği yüzünden kazma vurulamayan bu projeler nasıl oluyor da inşaat sürecine geçiyor? Cevap aslında yazının içinde gizlidir, enerji sektöründe proje geliştirenler cesur ama sermaye birikimi eksik azimli firmalar, projeleri uygulayan ve karlılığından faydalananlar ise bu alanda yüklü yatırımları göze alan sermaye zengini büyük firmalardır.

 

Yani, enerji üretimini kendine misyon olarak belirlemiş bu küçük girişimciler, sermaye sorunları sonucunda firmalarını satmak ya da başka firmalar ile ortak olmak zorunda kalmakta ve lisanslarını bu alanda karlılığı kendine ana vizyon olarak koyan büyük firmalara devretmektedir. Enerji gerçekten geleceğin sektörüdür ve bu sektörde başarılı olmak, yatırım hızı ve hesaplamadan çok, sistematik yatırım gücünü gerektirmektedir.

 

Gelecek hafta enerji sektörün işleyişi hakkında kamuoyunun da dâhil olduğu başka tartışmalara gireceğiz. Demet Demiray

www.patronlardunyasi.com

12.09.2011

BU BÖLÜMDEKİ DİĞER BAZI BAŞLIKLAR